KABAHAT çOBANıN OYUNDA Mı?

Bize çözüm sunacağını sandığımız partilerin de yeteneksiz, liyakatsız insanlar elinde olduğunu ve asıl bunların hayatımızı bu hale getirdiğini anlıyoruz. Harekete geçmezsek, kendi stratejilerimizi kurmaya başlamazsak, bu böyle sürer

Çoktandır "Çobanın oyu" hikayesi sürüyor. Geçtiğimiz mayıs ayında yapılan cumhurbaşkanlığı ve milletvekilleri seçimi sonrası yine tartışılıyor ; “ah bu eğitimsiz halk”. Ama bu haksız bir tartışma, çünkü aslında sorun bu değil. Peki sorun nerede derseniz;

  1. Özellikle son 40 yıldır, tüm dünyanın siyasi sisteminin geldiği noktada sorun var. Başka deyişle "Bizi Yönetmesini İsteyeceğimiz Kişiyi Seçemiyoruz"
  2. Üstüne üstlük teknolojinin getirdiği çok kritik manipülasyon sorunları var; "18.Yüzyılın Yönetişim Kuralları ile 21.Yüzyılın Teknolojik Dünyasını Yönetmeye Çalışıyoruz"

Gelin açalım bunları;

Aysun Kayacı haklı mıydı?

Bir zamanların ünlü mankenlerinden Aysun Kayacı, yine böyle şaşırtıcı bir seçim sonucu aldığımız günlerde, 10-15 yıl önce katıldığı bir programda "Neden, dağdaki çobanla benim oyum bir?" deyince epeyce eleştiriye uğramıştı. O günler, hepimizin çok daha medeni olduğu ve canımızın bu kadar sıkılmadığı günlerdi. Bir çok kişi, demokrasiye daha fazla inanıyordu ve çobanların küçümsenmesinden rahatsız olmuştu. Hatırlamak için, aşağıda bunun konuşulduğu bölümü izleyebilirsiniz.

AKP'li döneme girdiğimizde, önümüze gelen manzara ilginçti. Umarım sosyologlar, anketörlerden daha akıllıca analiz ediyorlardır. AKP'nin iktidarda kalmak için, dağıttığı ulüfelerin yanında, eğitimi daha düşük çevreye yaptığı propoganda tarzı daha çok "Kül Kedisi" masalı gibi gözüküyor. Yani, masalın başında, bir zamanlar horlanan kişiler, sonra şansı yaver gidince en tepeye çıkıyor. Bu tür masalları dinlerken, filmleri izlerken, insanlar kendilerini özdeşleştirirler. Yapamadıkları şeyleri, yapanları görüp kendileri yapmışcasına mutlu olurlar. Hele bunlar dünyayı münyayı kıskandıran şeylerse!!!

Bu kıskandıran şeylerin gerçekte var olmaması önemli değil. Çünkü bunların olup, olmadığını ancak işin içinde olanlar, ekonomiden anlayanlar filan bilebilir. Ama diğer yandan bu büyük büyük hikayeler, hayatları "Müslüm şarkısı" gibi olan insanlara adeta kendileri yapmış gibi bir doyum sağlıyor. Olmadığını söyleseniz de duymuyorlar.

Ayrıca dağıtılan ulufeler de önemli (makarna, kömür ile başlayan, çamaşır makinası, buzdolabına  kadar varan). Sonuçta ülkenin geldiği durum makro bir durum acaba mikro ekonomisini anlık kurtarmaya çalışan (aç olan) insanları ne kadar ilgilendiriyor? O zaten eskiden de sıkıntıdaydı, şimdi de sıkıntıda, hep sıkıntıda. Ona 1 yudum bir şey vermek, gününü kurtarmak yeterli. Minnettar oluyor.

Ama diğer tarafta, ülkedeki, tarımın, çevrenin, Cumhuriyetin kazanımı olan fabrika ve tesislerin geldiği durumu görenler, demokrasiyi, medeniyeti vs unutup, Aysun Kayacı'yı daha fazla anmaya başladılar ve "Çobanın Oyu" fenomeni günümüzde de çok sık kullanılan bir hale dönüştü.

Şimdi yazının başında konuştuğumuz 2 konuyu ele alalım;

1. Bizi yönetmesini isteyeceğimiz kişiyi seçebiliyor muyuz?

Kabahat bana göre hiç de Çoban'ın oyunda değil. Sonuçta, o çobanın baktığı koyunlar sayesinde besleniyoruz. Dolayısıyla, o çobanın yaşamı, sorunları vs ile ilgilenen milletvekilleri olması, yani seçme hakkını kullanması aslında eğitimli kesimin de desteklemesi gerekir. Çoban’ın (ya da çöpçü ya da temizlikçi vs) oyunu en iyi ben kullanırım demek, “ülkeye komünizm gelecekse, onu da biz getiririz” diyenlerden farksız bir durum. Çoban kendi işini yaparken yaşadığı sorunlar için, kendisi ile en çok ilgilenecek  milletvekillerini seçebilmeli ki, beslediği koyunlar da iyi besin olsun.

Ama bugünkü siyasal çevre içinde dünyada çoban ve bırakın çobanı, SİZ o milletvekilini seçebilir durumda mısınız? 1 ay önceki seçimde kendi oyunuzla seçtiğiniz 3-5 milletvekilinin hatta ilkinin adı neydi? Biliyor musunuz?

Bilmiyorsunuz. Ben de bilmiyorum. Hepimiz bir şemsiyeye yani bir partiye oy veriyoruz. O nedenle de seçtiğimiz milletvekili bize değil, kendisini o listeye koyan parti başkanına hizmet ediyor. O nedenle aslında bizim açımızdan çok yararlı olmayan kanunların geçtiğini görüveriyoruz.

Bugün tüm dünyada siyasi sistem bozulmuş durumda. Türkiye'de, İngiltere'de ya da ABD'de. Bütün bu ülkelerde siyasal sistem kilitlenmiş ve 2 partili hale geçmiş halde. İnsanlar SEÇEMİYOR ve SEÇİLEMİYOR. Siyaset yapmak isteseniz bile o birbirine geçmiş yapıya girmeniz çok zor. Bu yapıların dışında ise siyaset yapma şansı yok. Çeşitli yollarla orası da kapanmış. Ya barajla, ya finansal güçle ya da başka nedenlerle.

Sağlık, eğitim, güvenlik ve diğer yaşam koşullarımızı daha yukarı çıkarsınlar, sorunlarımızı çözsünler diye seçmeye çalıştığımız milletvekillerinin önceliği bize hizmet değil.  Dolayısıyla, bölgemizin milletvekillerini biz tanımıyoruz, onlar da bizi tanımıyor, hatta bazen bambaşka bir yerden konuluyorlar.

2. 18.yüzyıl yönetişim kuralları ile 21.yüzyıl yönetilebilir mi?

Gelelim 2'nci önemli soruna. Bu yazıyı yazmamın asıl nedeni de burası. Yani “teknolojik 21.yüzyıl”, sanayi devrimine yeni gimiş olan “18.yüzyılı döver”.

Bunu neden diyorum; çünkü günümüzde hala 18.yüzyılda, krallıklar sona yaklaşırken, sanayi devriminin hemen başında tartışılmaya başlayan ve 19.yüzyılda şekillenen yönetim tarzları ile yönetiliyoruz. Bunlar zaman içinde dejenere olmuş gözüküyorlar. Bunun üstüne bir de teknolojinin getirdiği (manipülasyon açısından) bazı dezavantajlar var.

25 Nisan 2023'te San Francisco'da düzenlenen, dünyanın en önemli siber güvenlik konferanslarından olan, RSA Konferansında, Harvard Kennedy Okulu'nda kamu politikası öğretim görevlisi Bruce Schneier çok önemli bir açılış konuşması yaptı. Konuşmayı buraya tıklayarak, okuyabilirsiniz.

Schneier'in anlattığı basitçe şu; Krallıkların (monarşilerin) yıkılıp yerine yeni yönetişim sistemlerinin konuşulmaya ve şekillenmeye başladığı zaman, 18.yüzyılın ortalarından itibarendi. Şimdi 21.yüzyıldayız. Bugünün araçları ve teknolojisi, bu yönetişim tarzlarını manipüle ediyor, siyasi sistemler düzgün çalışmıyor. Yani vatandaşın lehine çalışsın diye seçilenler, propoganda araçlarını kullanarak, sanki öyle yapıyormuş gibi gösterip, hatta kendilerini alkışlatırken, aslında kendi menfaatlerine çalışıyorlar.

Bunun nedeni ise haberleşme teknolojilerinin gelişmesi oldu. İnternet bile bu sıralamada en sonda yer alıyor. Radyo, Televizyon, Sinema ve arkasından tabii ki internetle, mobil haberleşme teknolojileri, yapay zeka.. Bunların sayesinde bu manipülasyon yükselmeye başladı.

Ne demek istediğimizi, bir kaç adımla örnekleyelim;

Hitler'in hikâye anlatıcısı (filmcisi)

1930'larda Hitler'in yükseliş döneminde Leni Riefenstahl isimli kadın yönetmenin dünyaya tanıttığı önemli bir yenilik “politik propoganda” videoları (o zaman film) idi.

Riefenstahl’ın çok büyük kalabalıklar, muhteşem askeri düzenler, acayip silahlar vsvs ile yarattığı filmler, politik propogandanın ve SİNEMA'nın propoganda aracı olarak nasıl kullanılabileceğini gösteren ilk örnekler olarak tanımlanıyor. Alman askerlerinin sayısı, düzeni, hareketlerin dramatize edilmesi, çok büyük kalabalıkların var oluşu ve halkın yüzündeki gurur ile müthiş etkiler yaratılmış ve bunun Hitler'e katkısı çok olmuştur. Kendisinden sonra gelen politik propogandanın yolunu açtığı düşünülür.

Riefenstahl, savaşa fiili olarak katılmamış olmasına karşın, yarattığı etkiyle bir savaş suçlusu muamelesi görmüş ve sinema dünyasından da dışlanmıştır. Muhteşem bir direktör olmasına rağmen bugün adından çok bahsedilmez. Savaş sonrası sürdürmeye çalıştığı film işini de bu nedenle bırakmak zorunda kalır.

Reklamların 1960'larda başlayan algı dönemi

Sanayi çağının başlaması ile hayatımıza giren "REKLAMLAR", yükselen TV yayıncılığı ve tabii ki alacalı, bulacalı diziler, programlar sayesinde, 1960'lardan itibaren, “ürünü anlatma” fazından, “ürünle ilgili ALGI yaratma” fazına geçti. Bu dönemde hala “kitlesel (mass) reklamcılık” yapılıyordu. Sadece tüketici grubu, alım güçlerine göre sınıflandırılıyor ve şu diziyi B- grubu seyrediyor diyerek uygun reklam yapılıyordu. Bu algı dönemi günümüzün politik propogandasına da yansıdı.

İnternet dönemi, cookieler, sosyal medya, Cambridge Analytica

Ama internetin gelişi, cookie gibi araçların, arkasından sosyal medyanın meydana çıkışı ile “tüketiciye bire-bir markaj” yapılır hale geldi. O kişiye bir şey satılacaksa —ki amaç herkese bir şey satmak—, o kişiyle ilgili her bir bilgi kırıntısını —hatta kendisinin vermediği bilgileri de— takip ediyorlar.

Bu sadece reklamlarda mı kullanılıyor? Tabii ki hayır. Artık siyaset de bu yöntemleri kullanıyor. Duymadığımız çeşit çeşit yazılım ve teknoloji var. Ama en popüler hikaye Cambridge Analytica idi. Bu şirketin CEO'su Alex Nix katıldığı bir konferansta kitlesel pazarlama yerine birebir pazarlamanın anlamını şöyle anlatmıştı; ”benim oğlum büyüdüğünde, kitlesel mesaj vermenin ne anlamı olduğunu anlayamayacak" 

Ve şimdi... Daha kötüsü... Yapay zekâ dönemi

Ve, herkesin şu anda çok sevimli bulduğu yapay zekanın asıl canımıza okuyacak şey olduğunu farkında mısınız?

Schneir'in açılış konuşmasını lütfen dikkatle okuyun. Bunu tartışmaya başlamamız ve dünyanın yönetişim tarzlarını ya da bu tür sistemlerin kullanım kurallarını yeniden tanımlamamız gerekiyor. Aksi durumda ne mi mi olur; kısaca ifade edersek "hepimiz çobanın oyunu kullananlar" haline geleceğiz.

Peki ne yapacağız?

Yapılacak şey şu; bu dönem bütün dünya için bir geçiş dönemi. Siyasal ortamdan her ülkedeki eğitimli insanlar şikayetçi. En son İngiltere’nin başbakanlarının halini gördük. Avusturya Sosyal demokratları da komik bir şekilde, “Excel hatası” diyerek yanlış lider açıkladılar. Siyasal ortam bu durumda.

Bu dönemde sivil toplum örgütlerini (STK) güçlendirmemiz lazım. Böylece “Twitter kalemşörü” olmak ya da belki kurulan “Cambaza Bak” oyununun bir parçası şeklinde içini boşaltmak yerine, strateji kuran, yöntem geliştiren bir hale gelmek lazım.

Bu güç var. Bunu depremde de gördük. “Türkiye Gönüllüleri” gibi yapılar oluştururken de gördük. Yazılım geliştirmek için biraraya gönüllü olarak gelen arkadaşlarımız da bunu gösterdiler. O nedenle bu güç var. Ama bunu doğru bir şekilde harekete geçirmek lazım.

Bize çözüm sunacağını sandığımız partilerin de yeteneksiz, liyakatsız insanlar elinde olduğunu ve asıl bunların hayatımızı bu hale getirdiğini anlıyoruz. Harekete geçmezsek, kendi stratejilerimizi kurmaya başlamazsak, bu böyle sürer.

Oy manipülasyonlarının filmlerdeki örnekleri

Son olarak size, bu makalenin özeti olabilecek 2 film tavsiye edeyim.

  1. 1. İlki, fazla eğitimli olmayan (başka deyişle göbeğini kaşıyan adam) bir seçmenin oy verme hikayesini anlatır (2 başkan adayının, bu adam tarafından tarafından seçilebilmek için nasıl yalanlar söylediğini). Filmin en son sahnesinde bu adam "Ben Amerika'nın düşmanıyım" sözleriyle başlayan bir konuşma yapar. Hayli ilginçtir.
  2. 2. İkincisi ise gerçek bir hikayedir. Kolombiya seçimlerinde halkın düşüncelerinin nasıl bilinçli olarak yönlendirilebildiğini ve halkın kendi iyiliğine olmayan, hatta kendisine kötü davranan kişiyi seçmeye nasıl itildiğini anlatır. Buradaki Amerikan danışmanlık firmasının —ki Florida merkezli gerçek bir firma— yöntemleri izlenmeye değerdir.
  3.  
]]>

2023-06-08T21:10:21Z dg43tfdfdgfd