OY VER VE ARKANA YASLAN

Yarın gece sonuç belli olduğunda Türkiye'nin yarısı zafer kutlarken, yarısı mateme girecek. Sonra ne mi olacak? Hayat devam edecek

Şu birkaç ay, birkaç yıl gibi geçti.

Hepimiz yorgun ve gerginiz.

Bazılarımız bir süredir “yapılsın ve nasıl biterse bitsin bu seçim, yeter ki artık bitsin” diyor.

Tabii ki aslında bu doğru değil. Kimsenin hissi “nasıl biterse bitsin” demiyor; herkes kendi istediği adayın kazanmasını çok ama çok istiyor.

Yarın gece sonuç belli olduğunda Türkiye yine ortadan ikiye yarılacak. Taraflardan biri zafer kutlarken, diğeri mateme girecek.

Peki, sonra ne olacak?

Ben size büyük sırrı açıklayayım:

Hayat devam edecek.

Yani bir süredir “ölüm kalım meselesi” gibi algılanan seçimler, dünyanın sonu olmayacak.

Onun için şu anda sakin olmayı daha tam başaramıyorsak bile, yarın sonuç belli olduğunda sakinleşmek için kendimizi şimdiden hazırlayalım bence.

 *          *          *

Diyeceksiniz ki, yenilirsek nasıl sakin olabiliriz? Hem de bunca umut ve hazırlıktan sonra…

Sakin olun, yenilmezsiniz. Maç hâlâ ortada. Taraflar arasında çok fazla fark yok.

Ama yenilirseniz de, iyice sakinleştikten sonra bunun kıyamet günü olmadığını anlayacaksınız.

Elbette yediği her bir yumruktan sonra küsüp içine dönenlere ve/veya “gayrı ben kalmam buralarda, çıkarım yurtdışına” diyenlere uğurlar olsun.

İktidarın fiilen demokrasinin diğer tüm dallarını budadığı ve yurttaşlara sadece seçim gününü bıraktığı bir ortamda, “yok, ben almayayım” diyerek kendine saygı duymadığını sergileyenlere, üstelik milyonların bunca ter döktüğü, insanların birlikte kazanmak için her türlü özveriyi gösterdiği koşullarda koca egosunun arkasından “ben asla sandık başına gitmedim/gitmem” diye haykıranlara da sözümüz yok.

Diğerleri, yani çoğunluk yola devam edecek.

Kimsenin kimseye terk edeceği bir ülke yok. Bu memleket bizim.

Kim kazanırsa kazansın sırtında büyük yük olacak ve rakibinin nefesini de ensesinde hissedecek.

 *          *          *

Birçoğunuz duymuş olabilirsiniz, Stoacı felsefe iki bin küsur yıl sonra bugün giderek popülerleşiyor.

Ben de bunun etkisi altında kalanlardan biri olduğumu itiraf edeyim. Şu sıralarda elimdeki tuğla büyüklüğündeki kitabın adı Stoacının Günlüğü (Ryan Holiday, Stephen Hanselman).

Stoa Duası olarak bilinen o ünlü cümlede şöyle deniyor: “Tanrım, bana değiştiremeyeceğim şeyleri kabullenmek için kuvvet, değiştirebileceğim şeyler için cesaret ve bu ikisini birbirinden ayırmak için de akıl ver.”

Evet, kuvvet, cesaret ve akıl.

Sanırım bu seçim sürecinde çok sayıda kişi kendi kaderinin saptanacağı günlere (14 ve 28 Mayıs) yönelik epeyce çaba ve cesaret gösterdi.

Yarın akşam sonucu öğreneceğiz.

Ve kabullenme, her ne olursa içimize sindirme kuvvetini sergileyeceğiz.

İstediğimiz gibi olmasa bile. Çünkü “değiştiremeyeceğimiz şeyleri kabullenmek için kuvvet” gerekiyor.

Neleri “değiştirebileceğimizi” neleri “değiştiremeyeceğimizi” anlayıp “bu ikisini birbirinden ayırmak için de akıl” sahibi olmamız lazım.

Sonra mı?

Seçimlerin analizini yapıp bundan sonra hangi adımların atılması gerektiği üzerinden, her seçenekte bir kez daha cesaretli bir mücadeleye girişmek gerekecek.

 *          *          *

 29 Mayıs’ta diyecek çok sözümüz olacak. Her durumda.

Desteklediğimiz aday yense de yenilse de içimizden dışarı taşacak o kadar çok duygu ve düşünce biriktirdik ki…

Umarım bunların hangilerini ve nasıl dile getirmek gerektiği üzerine, “neleri değiştirebileceğimiz ve neleri değiştiremeyeceğimiz”in farkında davranarak etkili bir süreç başlatırız.

Neyse. Bütün bunlar yarın akşamdan sonra, gelecek hafta başında…

Ama şimdi, daha doğrusu yarın oyumuzu kullandıktan sonra ya da (özellikle sandık başlarında olanlarımız açısından) sayımlar bittikten sonra…

Bir duralım…

Ve arkamıza yaslanalım.

Hayatımızı düşünelim.

Nereden geldik ve hangi yollardan geçerek nereye gitmeye çalışıyoruz?

28 Mayıs hayatımızda nasıl bir dönüm noktası olabilir?

29 Mayıs’tan itibaren neler yapabiliriz?

Stoacı felsefenin kurucularından biri olan Epiktetos şöyle diyor:

“Bir sahne ya da bir hapishane. Her ikisi de bir yerdir. Biri yukarıda, diğeri aşağıda. Ama her iki yerde de seçme özgürlüğünüz sizinle yaşamaya devam eder. Eğer isterseniz.”

Hakan Aksay kimdir?

Hakan Aksay, 1981'de 20 yaşında bir TKP üyesi olarak Sovyetler Birliği'ne gitti. Leningrad Devlet Üniversitesi Gazetecilik Fakültesi'ni bitirdi. Brejnev, Andropov, Çernenko ve Gorbaçov iktidarları döneminde 6 yıllık kıymetli bir SSCB deneyimi kazandı.

Doğu Almanya'da 1,5 yılı aşkın gazetecilik yaptıktan sonra TKP'den ayrılarak Türkiye'ye döndü. Bir yıl kadar sonra bağımsız bir gazeteci olarak Moskova'ya gitti ve 20 yıl boyunca (Yeltsin ve Putin dönemlerinde) çeşitli gazete ve TV'lerde muhabirlik ve köşe yazarlığı yaptı.

Bu dönemde Türk-Rus ilişkileriyle ilgili çok sayıda proje gerçekleştirdi. Moskova'da '3 Haziran Nâzım Hikmet'i Anma' etkinliklerini başlattı ve 10 yıl boyunca organize etti. Dergi ve internet yayınları yaptı. Rus-Türk Araştırmaları Merkezi'nin kurucu başkanı oldu.

2009'da döndüğü Türkiye'de 11 yılı T24'te olmak üzere çeşitli medya kurumlarında çalıştı; Tele1 ve Artı TV kanallarında programlar hazırlayıp sundu; Gazete Duvar'ın Genel Yayın Yönetmenliğini yaptı. Gazeteciliğin yanı sıra İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde Rusya-Ukrayna danışmanı olarak çalışıyor. Türkiye'nin önde gelen Rusya ve eski Sovyet coğrafyası uzmanlarından olan ve "Puşkin madalyası" bulunan Hakan Aksay'ın Türkçe ve Rusça dört kitabı yayımlandı.

            ]]>

2023-05-26T21:05:21Z dg43tfdfdgfd